باب
بيان أن
الإسلام بدأ
غريبا وسيعود
غريبا، وإنه
يأرز بين
المسجدين
65- İSLAM'IN GARİP BAŞLADIĞl, TEKRAR GARİPLİĞİNE DÖNECEĞİ VE İKİ MESCİT
ARASINA ÇEKİLECEĞİNİ BEYAN BABI
231 - (144) وحدثنا
محمد بن
عبدالله بن
نمير. حدثنا
أبو خالد،
يعني سليمان
بن حيان، عن
سعد بن طارق،
عن ربعي، عن
حذيفة؛ قال:
كنا عند عمر.
فقال: أيكم سمع
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يذكر
الفتن؟ فقال
قوم: نحن
سمعناه. فقال:
لعلكم تعنون
فتنة الرجل في
أهله وجاره؟
قالوا: أجل.
قال: تلك
تكفرها
الصلاة
والصيام
والصدقة. ولكن
أيكم سمع
النبي صلى
الله عليه
وسلم يذكر
الفتن التي
تموج موج
البحر. قال
حذيفة: فأسكت
القوم. فقلت:
أنا. قال: أنت،
لله أبوك! قال
حذيفة: سمعت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يقول: "تعرض
الفتن على
القلوب
كالحصير عودا
عودا. فأي قلب
أشربها نكت
فيه نكتة
سوداء. وأي
قلب أنكرها
نكت فيه نكتة
بيضاء. حتى
تصير على
قلبين، على
أبيض مثل
الصفا. فلا
تضره فتنة ما
دامت السماوات
والأرض.
والآخر أسود
مربادا،
كالكوز مجخيا
لا يعرف
معروفا ولا
ينكر منكرا.
إلا
ما أشرب من
مراه".قال
حذيفة:
وحدثته؛ أن
بينك وبينها
بابا مغلقا
يوشك أن يكسر.
قال عمر:
أكسرا، لا أبا
لك! فلو أنه
فتح لعله كان
يعاد. قلت: لا.
بل يكسر.
وحدثته؛ أن
ذلك الباب رجل
يقتل أو يموت.
حديثا ليس بالأغاليط.قال
أبو خالد:
فقلت لسعد: يا
أبا مالك! ما
أسود مربادا؟
قال: شدة
البياض في
سواد. قال،
قلت: فما
الكوز مجخيا؟
قال: منكوسا.
[:-367-:] Bize Muhammed b. Abdillâh b. Numeyr rivayet etti. (Dediki):
Bize Ebu Hâlid yânı Süleyman b. Hayyân, Sa'd b. Târik'dan, o da Ribi' bin Hiraş'tan, o Huzeyfe'den
şöyle dediğini nakletti: Ömer'in yanında idik. Hanginiz Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i
fitnelerden söz ederken dinledi, dedi.
Birkaç kişi: Onu biz
duyduk, dediler. Ömer: Muhtemelen siz kişinin ailesi ve komşusu hakkındaki
fitnesini kastediyorsunuz, dedi. Onlar: Evet diye cevap verdi. Ömer: O fitneye
namaz, oruç ve sadaka kefaret olur ama hanginiz Nebi {Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'i deniz
dalgaları gibi dalgalanan fitneleri sözkonusu ederken
dinledi, dedi.
Huzeyfe: Meclistekiler
sustular, dedi. Ben: Ben (işittim) dedim. Ömer:
Seni doğuran babaya aşk
olsun, dedi.
Huzeyfe dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim:
"Fitneler kalplere
hasır(ın dokunduğu gibi) çubuk çubuk
arzedilir. Onlar hangi kalbe içirilirse o kalpte
siyah bir leke oluşur. Hangi kalp onları reddederse o kalpte de beyaz bir leke
oluşur. Nihayet iki kalbe yerleşirler. (Bu kalplerin) biri dümdüz bir taş gibi
bembeyazdır, gökler ve yer devam ettiği sürece hiçbir fitnenin ona bir zararı
olmaz, diğeri ise alacalı siyahtır, ters yüz olmuş bir testi gibidir. -Kendisine hevasından içirilen
dışında- ne bir marufu bilir, ne de bir münkeri
reddeder."
Huzeyfe dedi ki: Ben ona
seninle onun arasında neredeyse kırılmak üzere olan kapalı bir kapının
bulunduğunu da söyledim. Bu sefer Ömer: Kırılacak mı dedin? Hay Allah iyiliğini
versin eğer açılmış olsaydı belki o tekrar kapanabilirdi, dedi.
Ben: Hayır, kırılacak,
dedim sonra ona bu kapının öldürülecek yahut ölecek bir adam olduğunu anlattım.
Ben bunu mugalata olarak değil, apaçık bir söz olarak
söyledim.
Ebu Halid dedi ki: Sa'd'a: Ey Ebu Malik alacalı siyah ne demektir dedim. O:
Siyah içinde ileri derecede beyazlıktır, dedi. Ben: Peki baş aşağı dönmüş testi
nedir, dedim. O: Başı aşağı eğilmiş demektir, dedi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 3319
(144) وحدثني
ابن أبي عمر.
حدثنا مروان
الفزاري. حدثنا
أبو مالك
الأشجعي، عن
ربعي؛ قال:
لما قدم حذيفة
من عند عمر،
جلس فحدثنا.
فقال: إن أمير
المؤمنين أمس
لما جلست إليه
سأل أصحابه:
أيكم يحفظ قول
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم في
الفتن؟ وساق
الحديث بمثل
حديث أبي
خالد. ولم
يذكر تفسير
أبي مالك لقوله
"مربادا
مجخيا".[ش (إن
أمير
المؤمنين أمس)
المراد بقوله:
أمس، الزمان
الماضي، لا أمس
يومه، وهو
اليوم الذي
يلي يوم
تحديثه. لأن
مراده لما قدم
حذيفة
الكوفة، في
انصرافه من المدينة
من عند عمر
رضي الله
عنهما].
[:-368-:] Bize İbn Ebi
Ömer de tahdis etti. Bize Mervan
el-Fezari tahdis etti. Bize
Ebu Malik el-Eşcai, Rib'i'den şöyle dediğini tahdis etti:
Huzeyfe, Ömer'in yanından gelince oturup bize hadis nakletti ve şöyle dedi:
Müminlerin emiri dün yanında oturduğum sırada arkadaşlarına: Hanginiz ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in fitneler hakkında söylediklerini bellemiş
bulunuyor, dedi. Sonra da hadisi Ebu Halid'in hadisi ile aynı şekilde nakletti ancak Ebu Malik'in: "Alacalı simsiyah" buyruğuna dair açıklamasını
zikretmedi.
(144)م
وحدثني محمد
بن المثنى،
وعمرو بن علي،
وعقبة بن مكرم
العمى. قالوا:
حدثنا محمد بن
أبي عدي عن
سليمان
التيمي، عن
نعيم بن أبي
هند، عن ربعي
بن حراش، عن
حذيفة؛ أن عمر
قال: من
يحدثنا، أو
قال: أيكم
يحدثنا (وفيهم
حذيفة) ما قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم في
الفتنة؟ قال
حذيفة: أنا.
وساق الحديث
كنحو حديث أبي
مالك عن ربعي.
وقال في الحديث:
قال حذيفة:
حدثته حديثا
ليس
بالأغاليط. وقال:
يعني أنه عن
رسول الله صلى
الله عليه وسلم.
[:-369-:] Bana Muhammed b. el-Müsenna, Amr b. Ali ve Ukbe b. Mukrim el-Ammi de tahdis edip dediler ki:
Bize Muhammed b. Ebu Adiy
b. Süleyman et-Teymi, Nuaym
b. Ebi Hind'den tahdis etti. O Rib'i b. Hiraş'dan
(2/50b), o Huzeyfe'den rivayet ettiğine göre Ömer:
ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in fitne hakkında söylediklerini bize kim anlatacak
yahut hanginiz anlatacak, dedi.
Aralarında Huzeyfe de
vardı. Huzeyfe: Ben dedi ve hadisi Ebu Malik'in, Rib'i'den naklettiğine yakın olarak sevketti.
Hadiste şunları da söyledi: Huzeyfe dedi ki: Ben ona hiç de mugalata
olmayan bir hadis naklettim. Yine dedi ki:
Yani o, bu hadis ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'dendir, demek istiyordu.120
DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın
NEVEVİ ŞERHİ (365-369
numaralı hadisler): Bu babta Huzeyfe (r.a.)'ın (365): "ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize
iki hadis söyledi. .. " hadisi ile yine Huzeyfe
(r.a.)'ın fitneleri n arz edilmesine dair (367) diğer
hadisi yer almaktadır. Ben bu iki hadisin lafızlarının ve anlamlarının açıklamalarını
yüce Allah'ın izniyle sıralarına göre zikredeceğim.
Birinci
hadiste Müslim dedi ki: "Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe
tahdis etti ...
Zeyd b. Vehb'den, o Huzeyfe (r.a.}'dan" Bu isnattaki ravilerin
tamamı Kufelidir. Huzeyfe ise Medainli
ve Kufelidir.
"Plmeş'ten, o Zeyd'den"
isnadındaki Plmeş tedlis
yapan bir ravidir.
Daha
önce tedlis yapan ravinin
"an" lafzını kullanarak naklettiği rivayetinin delil
gösterilmeyeceğini yazmıştık. Bunun da cevabı daha önce fasıllarda ve başka
yerlerde defalarca belirttiğimiz gibi (21167) şudur: Plmeş'in
bu hadisi Zeyd' den bizzat dinlemiş olduğu başka bir
cihetten sabit olmuştur. Dolayısıyla bundan sonra onun bu hadisi rivayet
ederken "an" lafzını kullanmasının ona bir zararı yoktur.
Huzeyfe
(radıya1lahu anh}'ın: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize
iki hadis söyledi" sözünün anlamı: Bize emanet hakkında iki hadis söyledi
şeklindedir yoksa Huzeyfe'nin yaptığı rivayetler Buhari
ve Müslim'in Sahihlerinde de, başka kaynaklarda da pek çoktur.
et-Tahrir
sahibi dedi ki: Bu iki hadisten birisi ile kastettiği: "Bize emanetin
adamların kalplerinin köküne indiğini tahdis
etti" hadisi, diğeri ise: "Sonra bize emanetin kaldırılmasını anlattı ... " hadisidir.
Hadislerdeki
Lafızlarm Anlamları
"Emanet
adamların kalplerinin köküne indi." Kök anlamındaki kelime cim harfi
fethalı ve kesreli olarak cezr ve cizr
şekillerinde iki ayrı söyleyiştir.
Kadı
İyaz (rahimehuIlah) dedi
ki: Emanetten kastedilen zahiren anlaşıldığı üzere yüce Allah'ın kullarını
yükümlü kıldığı teklif ile onlardan almış olduğu ah it (sözltir. İmam Ebu'l-Hasan el-Vahidt (rahimehuIlah) yüce
Allah'ın: "Muhakkak biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik" (Ahzab, 72) buyruğu hakkında İbn
Abbas (radıyaIlahu anh)
dedi ki: Bunlar yüce Allah'ın kullarına farz kıldığı farzlardır, demiştir.
Hasan, o dindir, dinin tümü emanettir, demiştir. Ebu'l-Niye:
Emanet onlara verilen emirlerle yasaklardır. Mukatil:
Emanet, itaattir demiştir. el-Vahidt
dedi ki: Bu da müfessirlerin çoğunluğunun görüşüdür. Buna göre emanet hepsinin
görüşlerine göre itaat ve eda edilmelerine bağlı olarak sevabın, edilmemeleri
halinde ise cezanın sözkonusu olduğu farzlardır.
Allah en iyi bilendir.
et-Tahrir sahibi de şöyle demektedir: Hadiste sözü edilen
emanet yüce Allah'ın: "Biz emaneti. .. arz ettik" (Ahzab, 72)
buyruğunda geçmektedir. Bu da imanın ta kendisidir. Emanet kulun kalbinde iyice
yer edecek olursa o da o vakit mükellefiyetieri eda
eder ve bunlardan yapmak durumunda olduklarını ganinıet
bilir ve bunları bütün gayretiyle dosdoğru yerine getirmeye çalışır. Allah en
iyi bilendir.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve
sellero)'in: "Kabarcık gibi izi kalır"
ibaresindeki "el-vekt" azıcık iz demektir. el-Herevi böyle açıklamıştır.
Başkası ise az miktardaki siyahlıktır diye açıklamıştır. Bunun önceki renkten
farklı olarak ortaya çıkan renk demek olduğu da söylenmiştir. (2/168)
"el-Mecel: kabarcık" ile ilgili olarak dilbilginleri
ve hadisteki garip lafızlara dair eser yazmış ilim adamları, balta ve benzeri
aletlerle iş yapmaktan ötürü elde meydana gelen ve içinde az su bulunup, yarım
küre gibi meydana gelen kabarcıktır.
"Sonra
bir çakıl taş! alıp, onu yuvarladı." Biz burada
"hasa" kelimesini böylece zaptettik, ne
demek olduğu açıktır. yazmaların çoğunda ise
"hasat" şeklinde tekil olarak gelmiştir. Bu da sahihtir. O aldığını
yahut o şeyi yuvarladı demek olur ki yuvarladığı şey de çakıl taşıdır. Allah en
iyi bilendir.
et-Tahrir sahibi dedi ki: Hadisin anlamı şudur: Emanet
kalplerden yavaş yavaş kalkacaktır. Onun ilk bölümü
kalkacak olursa nuru gider ve onun yerine küçük bir kabarcığı andıran bir
kabarcık oluşur. Bu ise önceki renkten farklı, yeni ortaya çıkan bir renktir.
Başka bir şey daha giderse bu sefer kabarcık izini andıran bir halolur. Bu ise ancak bir süre sonra ortadan kalkabilen,
kalıcı bir izdir. Bunun karanlığı ise bundan öncekinden daha fazladır sonra
kalbe yerleştikten sonra bu nurun ortadan kalkıp, orda yer etmesinden sonra
çıkmasını ve arkasından karanlığın gelmesini, ayağının üzerine ayağında iz
bırakacak şekilde yuvarladığı bir kor ateşe benzetmektedir. O kor ateş oradan
geçtikten sonra geriye kabarması kalır. Bir çakıl taşını alıp, onu yuvarlaması
ile de sözü geçen hususa daha bir açıklık getirmek istemiştir. Allah en iyi
bilendir.
Huzeyfe
(r.a.)'ın: "Üzerimden öyle bir zaman geçmişti
ki, kiminle alışveriş yaptığı ma aldırmazdım
... Bugüne gelince ise ancak filan ve filan ile alışveriş yaparım."
Burada kastedilen bildiğimiz alışveriştir. Şunu anlatmak istiyor: Ben (o
zamanlar) emanetin kaldırılmadığını, insanlarda ahitlerine vefa ve bağlılık
bulunduğunu biliyordum. Bundan dolayı durumunu araştırmadan insanlara ve
onların emin olduklarına güvenerek önüme gelenle alışveriş yapardım, çünkü
kendisiyle alışveriş yaptığım kişi eğer Müslüman ise dini ve güvenilirliği onu
hainlik etmekten alıkoyar ve emaneti eksiksiz yerine getirmeye onu iter. Eğer kafir ise onu çalışmaya gönderen onun velisi olur. O da aynı
şekilde bu velayetini ifa ederken emaneti gereği gibi yerine getirir,
böylelikle benim o zimmı kimsedeki hakkımı çıkarıp
alır.
Bugüne
gelince, emanet yok olup gitmiş bulunuyor. Artık kendisiyle alışveriş yaptığım
kimseye de, zimmı kimseden sorumlu olana da emaneti
eksiksiz yerine getireceklerine güvenim kalmamıştır. Bundan dolayı -belli sayıdaki
kişileri kastederek- kendilerini tanıyıp, güvendiğim filan ve filandan başkası
ile alışveriş yapmıyorum.
et-Tahrir sahibi ve Kadı İyaz
-Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle diyor: Bazı ilim adamları buradaki mübayaayı (alışverişi) halifelik bey'ati
ve bunun dışındaki din hususları ile ilgili akitler ve ahitleşmeler hakkında
yorumlamışlardır. Ancak bu bir hatadır; çünkü hadiste bu görüşü çürüten bazı
yerler vardır. Eğer hristiyan yahut Yahudi olursa
ibaresi bunlardan birisidir. Bilindiği gibi hristiyan
ve Yahudi ile din ile alakalı herhangi bir hususta akit yapılmaz. Allah en iyi
bilendir.
Fitnelerin
arzedilmesi hakkındaki ikinci hadise (367) gelince,
senedinde geçen Süleyman b. Hayyan'ın babasının adı Hayyan olup ye iledir, be ile değildir. "Rib'i"nin babasının adı Hiraş'dır.
"Kişinin
ailesi ve komşusu hakkındaki fitnesine namaz, oruç ve sadaka kefaret olur"
sözü ile ilgili olarak dilbilginleri şöyle
demişlerdir: Arap dilinde fitnenin asıl anlamı ibtila,
imtihan ve ihtibar (sınamak,
denemekıdır (2/170).
Kadı
İyaz dedi ki: Sonra dil örfünde sınamanın açığa
çıkardığı her türlü kötülük hakkında kullanılmaya başlamıştır. Ebu Zeyd dedi ki: Bir kimse
fitnenin içine düşüp de iyi bir halden kötü bir hale geçecek olursa, adam
fitneye düştü denilir.
Adamın
aile halkı, malı ve çocuğu hakkındaki fitnesi ise onlara beslediği aşırı
sevgiden, onlara karşı cimrilik etmekten tutun da onlarla uğraşırken pek çok
hayrı yapacak fırsat bulamamaya kadar çeşit çeşittir. Nitekim yüce Allah:
"Muhakkak mallarınız ve evlatlarınız bir fitnedir." (Enfal, 28) buyurmaktadır. Yahut onların yerine getirmesi
gereken hakları onları tedib edip, onlara ilim öğretınesi gibi hususlardaki kusurları sebebiyle de fitneye
maruz kalması sözkonusudur; çünkü o, onların bir
çobanıdır ve kendisi sürüsünden sorumludur. Kişinin komşusu hakkındaki fitnesi
de bu türdendir. İşte bütün bunlar hesaba çekilmeyi gerektiren fitnelerdir.
Bunların bir kısmı hasenat ile örtülüp, affedilmesi ümit edilen küçük
günahlardır. Nitekim yüce Allah: "Şüphesiz iyilikler kötülükleri
giderir" (Hud, 114) buyurmaktadır. "Denizin
dalgalandığı gibi dalgalanan" sözleri çalkalanan, biri diğerini iten
demektir. O bu fitneleri aşırı büyüklükleri ve ileri derecedeki yaygınlık1arı
sebebiyle denizin dalgasına benzemektedir. "Oradakiler sustu"
ifadesindeki susmak anlamını veren fiilin başında hemze vardır. Dilcilerin
çoğunluğu bu fiilin hemzeli ve hemzesiz kullanımının
susmak anlamında iki ayrı söyleyiş olduğunu
söylemişlerse de Esmaı hemzesiz, sustu, hemzeli ise
(susup) başını önüne eğdi, demektir diye açıklamışlır.
Oradakilerin
susuş sebepleri ise, bu tür fitne ile ilgili bir şey bellememiş olmaları,
sadece birinci tür ile ilgili bilgilerinin bulunmasından dolayıdır.
"Babana aşk olsun" diye tercüme ettiğimiz "lillahi
Ebuke" Arapların övmek için söylemeyi alışkanlık
haline getirdikleri övücü bir ifadedir. Çünkü büyük birisine yapılan bir izafe
şereflendirmek anlamındadır. Bunun için Allah'ın evi ve Allah'ın dişi devesi (beytullah, nakatullah) denilir. et-Tahrir sahibi der ki: Şayet çocukta övülecek bir hal
bulunacak olursa ona: Senin gibi bir evlada sahip olduğu için babana aşk olsun,
denilir.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in: "Fitneler kalplere hasır gibi çubuk çubuk arzedilir"
buyruğundaki (by by): Çubuk
çubuk lafızları üç farklı şekilde tespit edilmiş
olup, bunların en açık anlaşılır ve en meşhur olanları ayn
harfi ötreli ve dal ile olanlarıdır.
İkincisi
ise ayn harfi fethalı ve yine dal ile üçüncüsü ise ayn harfi fethalı fakat zel ile
gelmiştir. Bununla birlikte et-Tahrir sahibi sadece birincisini zikretmiştir.
Kadı İyaz ise her üç şekli de kendi imamlarından söz
etmiş ve o da birincisini tercih ederek şöyle demiştir: Üstadımız Ebu'l-Huseyn b. Serrac "ayn"ın fethalı
ve dal harfi ile olanını tercih etmiştir.
(Devamla)
dedi ki: Sunulmasının anlamı ise hasınn uyuyan
kişinin böğrüne yapışıp, sıkı yapışmasından dolayı iz bıraktığı gibi kalplerin
enine yani yanına yapışması demektir. Çubuk çubuk
ifadesinin anlamına gelince, bu fitneler peyderpey ve tekrar tekrar arzedilir demektir. İbn Serrac dedi ki: Bunu noktalı zel ile rivayet edenlerin rivayetinin manası ise,
fitnelerden Allah'a sığınmayı dilemektir. Yani bizler senden bizi bundan
korumanı ve bize mağfiret buyurmanı dileriz, demektir. (2/171)
Üstad Ebu Abdullah b. Süleyman dedi ki:
Bunun anlamı, bu fitnelerin kalbin üzerinde görünmeleridir. Yani fitneler
kalplere biri diğerinin arkasından zuhur eder. "Hasır gibi" ifadesi
ise: Hasınn çubuk çubuk
dokunması ve birinin diğerinin arkasına konulması gibidir, demektir. Kadı İyaz der ki: Buna göre ise ayn
harfinin ötreli okunuşu ağırlık kazanmakta, tercih edilir hale gelmektedir;
çünkü Araplara göre hasın dokuyan bir kimse bir çubuğu yerleştirdikten sonra
bir diğerini alır ve onu da dokur. Fitnelerin kalplere birbiri arkasından arz
edilmesini, hasınn çubuklarının dokuyu cu tarafından birbiri arkasına sıralanıp, dokunmasına
benzetmektedir. Kadı der ki: Bana göre hadisin anlamı budur. Lafızlarının akışı
ve benzetmenin sıhhati de buna delildir. Allah en iyi bilendir.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in: "Bu fitneler hangi kalbe içirilirse
ona siyah bir leke konur. Hangi kalp de bunlara karşı çıkarsa onda da beyaz bir
leke olur. " Kalplere içirilmesinin anlamı içine tamamen girip, oradan
ayrılmaması ve adeta içilen bir şeyin yer etmesi gibi yer etmesi demektir. Yüce
Allah: "Ve kalplerine buzağı içirildi" (Bakara, 93) buyurmuştur ki
buzağının sevgisi içirildi, demektir. Arapların: Kırmızı içirilmiş elbise
ifadeleri de ayrılmayacak şekilde kırmızı rengin ona karışması demektir.
"Bir leke olur" ise bir nokta konur demektir. İbn
Bureyd ve başkaları der ki: Bir şeyde kendi asıl
renginden farklı bulunan her bir noktayı anlatmak için "nekt" denilir. "Onu inkar
eden" onu reddeden anlamındadır. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sonunda iki kalbin üzerinde yer ederler.
Biri dümdüz bir taş gibi bembeyazdır ... ve hiçbir münkere karşı çıkmaz ... :.' Kadı İyaz (rahimehullah)
dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in dümdüz taşa benzetmesi beyazlığını açıklamak
için değildir. Ama bu onun imana bağlılığı ve herhangi bir tutarsızlıktan yana
esenlikte olması hususundaki sağlamlığının diğer bir niteliğidir. Ayrıca
fitnelerin ona yapışmadığı ve onu etkilemediğini anlatmak istemiştir. Bu
yönüyle tıpkı dümdüz taş (safa) gibidir. Safa ise ona hiçbir şeyin yapışmadığı
dümdüz taşa denir. ''Alaca siyah" anlamındaki lafız bizim rivayetimizde ve
ülkemizdeki asıllarda (b~r) şeklindedir, halalarak nasb edilmiştir. Kadı İyaz (rahimehullah) bu lafzın tespitinde bir ihtilaftan söz
etmekte, bazılarının bizim dediğimiz gibi onu zaptetmiş
olmakla birlikte (2/172) kimilerinin de bunu be' den sonra kesreli hemze ile
(~r) diye rivayet ettiğini ifade etmiştir.
Kadı
İyaz der ki: Bu hocalarımızın çoğunun rivayetidir.
Ama bunun aslı "müsvedd ve muhmarr:
siyahlaşmış ve kırmızılaşmış" lafızları gibi "murbed"
alacalı siyah şeklinde olmasıdır. Ebu Ubeyd ve el-Herevi de bunu böylece zikretmiş, hocalarımızın kimisi bunu
Ebu Mervan b. Serrac'dan sahih olarak nakledildiğini belirtmiştir. Çünkü
bu lafız (..l:))'den gelmektedir. Ancak kırmızılaştı,
fiilini iki sakin arka arkaya geldiğinden ötürü mim'den sonra hemzeli olarak ... şeklinde kullananlar
müstesna. O takdirde (....) ile (....) denilir. Her
iki görüşe göre de dal harfi şeddelidir, ileride bunun açıklaması gelecektir.
Mucahhı kelimesi meyletmiş, yan yatmış demektir. el-Herevi ve başkaları böyle
açıklamışlardır. Hadisin ravisi kitapta bunu baş
aşağı ifadesiyle açıklamıştır ki bu da eğilmiş, yan yatmış anlamına yakındır.
Kadı
lyaz dedi ki: İbn Serrac bana dedi ki: Baş aşağı testi gibi sözü daha önce
geçen siyahlığı ile ilgili bir benzetme değildir. Bu onun baş aşağı dönmüş ve
ters yüz olmuş olmakla nitelendirildiği bir başka vasfıdır. Öyle ki herhangi
bir hayır ve bir hikmet ona erişmez. Ona baş aşağı dönmüş testiyi örnek
gösterdikten sonra: "Ne bir iyiliği tanır, ne de bir kötülüğü
reddeder" diye açıklamaktadır.
Kadı
lyaz da, şöyle demektedir: Hiçbir hayrı anlamayan
kalbi eğilmiş ve içinde suyun kalamadığı testiye benzetmiştir. et-Tahrir sahibi de şöyle demiştir: Hadisin anlamı şudur:
Kişi hevasına uyup, masiyetleri
işleyecek olursa işlediği her bir masiyet sebebiyle
kalbine bir karanlık girer. Kalp bu hale ulaşınca fitneye dalar ve ondan
İslam'ın nuru zail olur. Kalp de testiye benzer. Baş aşağı dönerse içinde ne
varsa dökülür ve arlık bundan sonra içine hiçbir şey girmez. "Sa'd'a: Esved murbad
(alaca siyah) ne demektir? O siyah içinde şiddetli beyazdır, dedi" ibaresi
ile ilgili olarak Kadı lyaz (rahimehullah)
dedi ki: Üstatlarımızdan kimisi bu bir tashiftir
derdi. Bu aynı zamanda Kadı Ebu'l-Velid
el-Kinani'nin de görüşüdür. O dedi ki: Benim görüşüme
göre bunun doğrusu siyah içinde beyaz gibidir şeklindedir. Çünkü siyah içinde
ileri derecede beyazlığa bu isim verilmez. Ona eğer vücutta ise ablak, gözde
ise haver denilir. Bu kelimenin kökü ise siyaha
karışmış az miktardaki bir beyazlığı anlatmak için kullanılır. Çoğu deve kuşunun rengi gibi. İşte deve kuşuna rebda denilmesi de bundan dolayıdır. Doğrusu onun beyaz
gibi olduğudur. Yoksa ileri derecede beyaz gibi olduğu değildir.
Ebu Ubeyd, Ebu Amr'dan
ve başkasından şunu nakletmektedir: Rebde siyah ile
bulanık renk arasındaki bir renktir. İbn Bureyd ise rebde bulanık renk
demektir. Başkası ise siyah ın bulanıklığa
karışımıdır diye açıklamışlır. el-Harbi
de şöyle demiştir: Deve kuşunun renginin bir kısmı siyah, bir kısmı beyazdır.
İşte rengi değişip, ona siyah karışacak olursa kullanılan "erbede levmuhu" ifadesi
buradan gelmektedir. Naftaveyh dedi ki: Murbed siyah ve beyaz ile parlayan renktir. (2/173) Renk renk olmasını anlatmak için kullanılan terebbede
levnuh de buradan gelir. Allah en iyi bilendir.
Huzeyfe
(r.a.)'ın: "Ben ona seninle o fitneler arasında
kırılması yakın bir kapı vardır. diye anlattım. Ömer
(r.a.) da: Allah iyiliğini versin kırılacak mı (dedin). Eğer o açılmış olsaydı
belki eski haline dönerdi dedi" ibarelerinde: "Seninle onlar
(fitneler) arasında kapalı bir kapı vardır" sözleri yani sen hayatta iken
bu fitnelerin hiçbirisi ortaya çıkmayacaktır demektir. "Kınlacak mı" sorusuna gelince, kınlanın tekrar eski
haline gelmesi -c:.çılanın aksine- imkansızdır çünkü
kırmak çoğunlukla ancak bir zorlama, galip gelme ve adeten
ayrılıktan dolayı ortaya çıkar.
"La
eba lek: Babasız kalasın
(Seni doğuran babaya aşk olsun, Allah iyiliğini versin)" deyimi hakkında
et-Tahrir sahibi şöyle diyor: Bu Arapların herhangi bir şeye teşvik maksadıyla
söyledikleri bir sözdür. Anlamı da şudur: İnsanın babası varken bir sıkıntı ile
karşı karşıya kalıp, bir darlığa düşecek olursa babası ona yardım eder ve
üzerinden bütün bunların bir kısmını kaldırır. Dolayısıyla çocuk tek başına
kaldığı ve yardımcı olan babasının bulunmadığı halde gerek duyacağı çalışma ve
gayrete ihtiyaç duymaz. Buna göre bu deyim kullanıldığı vakit sen bu işe hiçbir
yardımcısı bulunmayan bir kimse imişsin gibi ciddiyetle sarıl, ona göre
hazırlığını yap, demektir.
"Ben
ona bu kapının öldürülecek yahut ölecek bir adam olduğunu anlattım. Bu sözü mugalata olarak değil, dosdoğru bir söz olarak
naklettim" sözlerinde öldürüleceğini belirttiği adam Sahihte onun Ömer b.
el-Hattab (r.a.)'ın kendisi
olduğu beyan edilmiştir.
"Öldürülecek
yahut ölecek" ifadesine gelince, Huzeyfe (r.a.)'ın
bunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'
den bu şekilde tereddüt üzere dinlemiş olma ihtimali vardır. (2/174) Bundan
kasıt ise durumu Huzeyfe ve başkaları için belirsizleştirmektir. Huzeyfe'nin
öldürüleceğini bilmekle birlikte Ömer (r.a.)'a hitabında öldürüleceğini
söylemekten hoşlanmamış olma ihtimali de vardır. Çünkü Ömer (r.a.) bu kapının
kendisi olduğunu biliyordu. Nitekim bu husus Sahihte beyan edilmiş
bulunmaktadır. Buna göre Ömer yarından önce gecenin geleceğini bildiği gibi, o
kapının da kendisi olduğunu iyi biliyordu. Böylelikle Huzeyfe (r.a.) da Ömer'e
öldürüleceğini haber veren bir ifade kullanmamakla birlikte maksadın
gerçekleşeceği bir ifade kullanmış olmaktadır.
"Mugalata olmayan bir söz" ibaresindeki "el-eğallt" uğluta'nın
çoğuludur. Bu da mugalata olarak söylenen söze
denilir. Bu sözleri ben ona doğru ve kesin bir söz olarak söyledim. Bu kitap
ehlinin sahifelerinden alınmış bir söz de değildi, görüş sahibi bir kimsenin
içtihadı da değildi. Aksine o söylediğim Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in hadisi idi, demektir.
Sonuç
olarak, İslam ile fitneler arasındaki engel Ömer (r.a.)'dır.
Önlerindeki
kapı da odur. O hayatta kaldığı sürece fitneler girmeyecek ama öldükten sonra
fitneler girecektir, demektir. Nitekim böyle oldu. Allah en iyi bilendir.
Diğer
rivayetteki (368): "Rib'i' den dedi ki: ... Rasfılullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in fitneler hakkındaki sözünü kim
bellemiştir. .. " "Dün"den kastı o
günün bir önceki günü değil, geçmiş zamandır çünkü önceki gün hadisi naklettiği
günden önceki gündür. Oysa onun kastettiği Huzeyfe, Ömer (r.a.)'ın yanından Medine'den ayrıldığı sırada Kfıfe'ye
geldiği zamandır.
(Dün
anlamındaki) "ems" lafzı üç türlü söylenir.
el-Cevheri dedi ki: Bu lafzın sonuna hareke gelmesi
iki sakinin arka arkaya gelişinden dolayıdır. Ama Araplar bu hususta ihtilaf
etmişlerdir. Çoğunluğu bunun marife bir isim olarak
kesre üzere mebni olarak kullanır. Kimisi bunu marife
bir isim olarak irablar. Bütün Araplar ise başına
elif lam geldiği yahut onu nekre ya da izafe yaptığı zaman irablı
okurlar. Mesela: (.....): Mübarek dün geçti, dünümüz
geçti, her bir yarın dün olacak denilir. 'Sibeveyh
dedi ki: Şiirde fethalı olarak: "(...): Dünden beri" şeklinde
kullanılmıştır. Bu açıklamalar el-Cevheri'ye aittir. el-Ezheri dedi ki: el-Ferra dedi ki: Araplardan başına elif lam getirilse dahi
"ems" lafzını kesreli söyleyenler vardır.